Dua İmanın Neticesidir

Çar/Haz/2007

goz2.jpg

Duada iman ve tevhid vardır.Dua eden adam Rabbine imanını dile getirmiş olur.Onu tanımakta ve marifetini izhar etmektedir.Bilir ki , Allah kendisini biliyor, sesini işitiyor, halini görüyor.Bunlara iman etmese, Onun her şeye gücü yeten bir Rab olduğuna inanmasa dua etmezdi.

 “Rabbim, iman ediyorum, sen varsın, birsin.Sonsuz merhamet sahibisin.

     Benim halimi bilirsin, yardım edersin.Sana inandım, Sana güvendim, Sana dayandım.Sahibim sen ol.Beni Senden gayrisine muhtaç etme…” der, fakrını itiraf eder.

Çünkü şu ayetlerin manasına iman etmiştir:

İnananlar,

“RABBİMİZ!

BİZ GERÇEKTEN İNANDIK.

GÜNAHLARIMIZI AFFET.

BİZİ ATEŞ AZABINDAN KORU ” diyenlerdir.

sabanci-merkez-cami.jpg

BARIŞ DİNİ İSLAM 

İslam’ın diğer devletleri bir vakıa, inkarı kabil olmayan bir varlık olarak tanıdığında, buna göre onlarla çeşitli milletlerarası ilişkilere girdiğinde şüphe ve tartışma yoktur. Ancak İslam’ın diğer devletlere karşı dinî-hukukî tavrının ve kurduğu ilişkilerin niteliğinin ne olduğu, ne olması gerektiği tartışılmış ve ortaya iki görüş çıkmıştır:

Birincisi, İslam’a göre sulh esas, savaş ârızîdir16. İslam devleti, karşı tarafın tecavüzü, hak ihlali vb. sebepler bulunmadıkça gayr-i müslim devletlerle devamlı sulh içinde yaşar ve iyi ilişkiler kurar. İslam’da savaş barış içindir ve savunmaya yöneliktir; ilk taarruz daima karşıdandır…

Buna karşı ikinci görüş şudur: İslam yeryüzünde yalnız ilâhî hükümranlığa boyun eğmiş ve bunu temsil eden devletin meşruiyet, varlık ve istiklalini tanır; bu devlet ise İslam devletidir. Diğer devletler gayr-i müslim oldukları müddetçe müslüman devlet onlarla savaş durumundadır. Barış, ya İslam devletinin güçsüzlüğünden, ya gayr-i müslimlerin İslam’ı kabul etmelerinden yahut da İslam devletinin egemenliği altına girmelerinden dolayı tercih edilir.

Savaş halinde yasak fiiller: 

– İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün çeşitleriyle yasaktır. 
– Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb. leri öldürülmez. 
– İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi. 
– Verilmiş söze ve yapılmış andlaşmaya aykırı hareket. 
– Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması. 
– Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler. 
– Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez. 
– Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek. 
– Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya zaptolunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur. Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan düşmanlarını affetmiştir. 
– Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman saflarında olsa dahi öldürülmez. 
– Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan kimseleri öldürmek. 
– Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru ilerlemek. 
– Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak.

hg_home1.jpg

Her ne kadar Türk müziği ile bütünleşmiş bir saz olmasa da, çellonun, gerçekte Türkiye ile en az yüz yıl öncesine giden bir ilişkisi vardır. 19. ve 20. yüzyıl klasik müziğinin en başarılı çello sanatçısı Tanburî Cemal Bey’dir. Ardından, büyük müzikçi ve müzik yönetmeni olan oğlu Mesut Cemil 20. yüzyılın ilk yarısında çelloyu kullanmıştır.Çellonun benimsenmesi hakkında, genel olarak, bu sazın, Türk sazlarında bulunmayan bas ses ihtiyacını karşıladığı düşünülür. Ama bana göre, bu araştırmacı ve yenilikçi müzisyenler, çellonun sesini sevdiklerinden ve onun sahip olduğu imkânlardan yararlanmak istediklerinden çelloya bağlanmışlardır. Türk müziği, çello girmeden önce de, bir bas çalgıdan yoksun olduğu halde, oldukça iyi icra edilmiştir.

Viyolonsel sanatçısı Uğur Işık, Türkiye’nin pek çok geleneğini yorumlayan bu eşsiz eseriyle çello dağarına katkıda bulunuyor. Dikkatlice seçilmiş parçalar Anadolu, Karadeniz ve Ege’den halk türkülerinin yanı sıra Yunan, Ermeni ve Sefarad geleneklerinden türküleri de içermektedir. Işık’ın klasik eserlerdeki ustalığı, 17. yüzyılın iki eşsiz ve nadir parçasıyla ortaya çıkmaktadır.

Işık, bir çellistin sahip olduğu bütün teknikleri ustalıkla kullanırken çeşitlilik içeren bir CD ortaya çıkarıyor. Örneğin, 10. parça olan Kızılırmak, parçayı canlı tutan parlak pizzicato bölümlerin araya serpiştirdiği uzun ve dingin doğaçlamaları içeriyor. Kullanılan tekniklerdeki çeşitlilik, derinden duyumsanan Ermeni ninnilerinden daha kolay dinlenen Alamant’a kadar CDnin duygusal tayfını yansıtıyor. Büyük bir müzisyenin birinci sınıf bir yapımı bu.

Chris Williams

birkaç güzel söz

Paz/Haz/2007

kayikk-m.jpg

– Beyazın kaderi kirlenmek, siyahın kaderi suçlanmaktır.
– Dünya bir gündür, o da bugündür!
– Sen, sen ol! Asla biz olma.
– Sakın 30 yıl hukukun olmayan birine, sakın deme!
– Azdan az, çoktan çok gider.
– Sadece şahlar hamleleri önceden sezer.

– Özgürlük, sonu meçhul bir firardır.
– Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa orada güneş batıyor demektir.

– Asla birilerinin umudunu kırma, belkide sahip oldukları tek şey o’dur.
– Bela, kişinin sevdiklerinden gelir.

– Oyun bitince şah da, piyon da aynı kutuya konur…
– Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir…

CANIM İSTANBUL…

Paz/Haz/2007

the_song_of_the_aurelius_by_blackmago.jpg
 
 Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul`da bul!
İstanbul,
İstanbul…
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir “Katibim”i…
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul…
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şoyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul… 

ÇoCuK dEdİğiN

Paz/Haz/2007

kiz.jpg

Çocuk dediğin; uslu oturur ,büyüklerin
sözünü dinler.Çocuk dediğin; “yapma”deyince yapmaz,
“yat” deyince yatar.

Çocuk dediğin; önüne konanı yer,
yeni icatlar çıkarmaz

Çocuk dediğin; ders çalışır,
dik kafalılık etmez.

Çocuk dediğin; çok soru sormaz,
karşılık vermez.

Çocuk dediğin; paylanınca önüne bakar,
evi dağıtmaz.

Çocuk dediğin; herşeyi istemez,
her duyduğunu söylemez.

Çocuk dediğin; anasından,babasından
korkar, “şimdi seni gebertirim”
denince suspus olur.

Çocuk dediğin; her önüne gelenle
oynamaz, büyüklerin vurduğu yerde
gül biteceğini bilir.

Çocuk dediğin; verilen öğütlerin
dışına çıkmaz, ağaca da çıkmaz,
kapının önüne çıkar.

Çocuk dediğin; durmadan ıslık çalmaz,
yemekten önce mandalina yemez.

Çocuk dediğin; hep top peşinde
koşmaz, kuş peşinde de koşmaz,
kız peşinde de koşmaz.

Çocuk dediğin; büyüklerin bir dediğini
iki ettirmez, zırtpırt televizyonu açmaz.

Çocuk dediğin; söylenen işten kaçmaz,
anasının babasının odasını açmaz,
kapı çalınınca, koşup kapıyı açar.

Çocuk dediğin; insanın tepesine binmez,
akşama kadar bisiklete de binmez.

Çocuk dediğin; kimsenin dalına
basmaz, ıslak yerlere de basmaz.

Çocuk dediğin; sofrada adam gibi
oturur, büyüklerin yanında oturmaz,
haytalık etmez.

Çocuk dediğin; çocukluğunu bilir,
saygı-suygu bilir, dersini de bilir.

Çocuk dediğin; insanın kafasını şişirmez,
pırtlatmak için avucunu şişirmez,
çok gülmez.

Çocuk dediğin; çağrılınca gelir,
yemek saatinde eve gelir,
yüzüne bakılınca kendine gelir.

BÜYÜKLERE GELİNCE…
Onlar büyüktür ve herşeyi yapabilirler.
Ve çocuklar yaşlanıp ölünceye dek,
her şeyi sadece büyüklerin yapabileceğine
inanarak yaşarlar.

Kaldırımlar…

Paz/Haz/2007

kaldirim.jpg

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Kelimelerin Tadı

Cts/Haz/2007

yelkovan.jpg

Milletlerin öyle şairleri , öyle muharrirleri vardır ki, kelimeleri bir lezzet gibi kullanırlar.Divan edebiyatında , sözü Türkçe kelimelerle tadlandıranların başında Fuzuli vardır.Mesela birçokları için, korkunç mana olan d ü ş m e k , Fuzuli’de dile türlü lezzetler katan manalı bir kelimedir.

Düşme’nin en korkuncu , öyle zannedilir ki mevkiden , iktidardan düşmektir.Son zamanlarda milletin gözünden düşmek manası alan bu düşüş , gerçekten telafi edilemeyecek sukutlardandır. Yeryüzünde bazı iktidarların o mevkii tekrar elde etmek için ne yanlış hareketlere başvurup memleketlerinin başına ne işler açtıkları ve yeniden ne hallere düştükleri kimsenin gözünden kaçmamaktadır.

Halbuki düşmenin daha başka ne çeşitleri  , ne vahimleri ne göze görünmezleri vardır.

… Fuzuli bu kelimeyi bilhassa Leyle vü Mecnun ‘unda çok kullanır:İlahi güzelliğe doğuştan aşık , Mecnun , daha bebekken  , o kadar çok ağlar ki susturamazlar. Avunsun diye sokağa çıkarırlar.Yavru çocuk feryadı , sokakları doldurur. O zaman bir evin kapısı açılır.Görülmemiş derecede güzel bir kadın görünür.Çocuğu ister. Verin ben susturayım der. Mecnun doğduğundan beri  , ilk defa bu güzel kadının kucağında susar. Fuzuli bu hadiseyi şöyle bir dille anlatır:

“Oldukça elinde oldu handan

Düşdükçe elinde oldu giryan”

der.”Onun kucağında iken güldü , fakat elinden düşünce ağladı.”demek ister.Burada düşmek ,ayrılmak , sevgili kollarından uzakta kalmaktır.

yeniarma.jpg

Sözlerime bir tanzimat diplomatının unutulmaz nüktesiyle başlayacağım:

Bu nükte , Rus Çarı Nikola’nın Türkiye’ye (dünya ölçüsünde uğursuz bir propaganda zaferi kazanarak fırlattığı) Hasta Adam iftirası yıllarında söylenmiştir.

Nükteyi bilirsiniz:

Sultan Aziz devrinin Sadrazam ve Hariciye Nazırı Keçecizade Fuad Paşa , Avrupa’da bir diplomatlar toplantısında bulunuyordu.Söz arasında ortaya latife yollu bir sual atıldı:

-Zamanımızın en kuvvetli devleti hangisidir?denildi.Kepeçizade Fuad Paşa , bu suale , tereddüdsüz , şu cevabı verdi:

-Osmanlı İmparatorluğu

-Nasıl olur?!..dediler . O isbat etti.

-Çünkü , dedi, siz dışarıdan biz içeriden , var kuvvetimizle yıkmaya çalıştığımız halde o hala ayak duruyor.

***

3.jpg

Cami’de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde, 
herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor 
ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.Tabuttan 
doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak. 
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, 
çocuklar torunlar hepsi hazır. Arabanıza kurulup 
evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size 
maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı 
alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev… 
Altmışlı yaşlara kadar herşey garanti, huzur içinde 
yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor 
Kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. 
Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız 
gün size hoşgeldin hediyesi olarak bir plaket ve 
altın kol saati veriyor patronunuz.. 
Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir 
makamdan tecrübeli bir insan olarak işe 
başlıyorsunuz. Herkes karşınızda elpençe divan… 
Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de 
başlıyor Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz 
Diğer hormonal Aktiviteler artıyor, fevkalade….. 
Aman ne güzel günler başlıyor… Derken birgün 
patron size artık Üniversiteye gitsen daha iyi olur 
diyor. Bu arada Babanız ortaya çıkmış, “fazla 
çalıştın” diyor “artık eve dön, işi bırak okumaya 
başla, harçılığın benden olsun…” Keyfe bakar 
mısınız ? Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor 
Ekmek elden su gölden bir dönem başlıyor. 
Partiler, Diskotekler, Kızların sayısı artıyor. 
Derken Anne ve Babanız sizi götürüp getirmeye 
başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık… 
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, “evde otur, 
keyfine bak Oyuncaklarınla oyna” diyorlar… 
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı 
bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yapıyor. 
ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz. 
Derken Anneniz bir gün size süt verme kararını 
alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. 
Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde 
hazır. Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama 
giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi 
gerek yok, bir kordondan besleniyor sıcacık 
yumuşacık gürültü ve patırsız bir ortamda 
yaşıyorsunuz. Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre 
halini alıyorsunuz. Ve günün birinde müthiş keyifli 
bir orga ile hayatınız bitiyor